GÜNLÜK TESBİHAT- ZİKİR

“Yâ eyyuhâllezine âmenûzkurullâhe zikren kesirâ. Ve sebbihuhu
bukreten asilâ.”
“Ey âmenu olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla)
zikredin. Ve O’nu, sabah akşam tesbih edin.” (Ahzâb 41-42)

“Fe subhânallâhi hîne tumsûne ve hîne tusbihûn. (Rum-17)
Öyleyse akşam ve sabah vaktinde Allah’ı teşbih edin (münezzeh
kılın).
Allah Teâlâ Kur’an’ı Keriminde Zatını zikretme (anma) hususuna
268 ayetinde değinmiş ister yolcu ister talebe ister yaşlı
ister ise hasta olsun, zatını her ne şart ve durumda olursa olsun,
anmamızı istemektedir.
Bu da biz kulları için ne büyük bir şereftir.
Çünkü Allah Teâlâ’yı zikretmek ve O’nun yolunda olmaktan
daha büyük bir yücelik yoktur.
Fezkürûnî ezkürküm diyor, yeri göğü Yaradan
O’nu unutma, O’nu an, gaflete düşme bir an
Her nefesinde O olsun, her kelamında O’nu an
Gaflete düşme ey gafil, her an Allah’ı an.
Ey kardeşlerim; Allah Teâlâ bizleri Eşref-i Mahlûk, yani yaratılmışların en şereflisi olarak dünyaya getirdiyse, bize verilen
bu yücelik için, bize takdir edilmiş olan yüce makamlara
kavuşmak içinde elbette ki;
“Allah Teâlâ kulunu iddiasından vurur” hükmünce, Rabbimizin
bizi sınamadan, denemeden, her türlü imtihanlardan geçirmeden
bırakılmayacağımız aşikârdır.
İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece “İman ettik”
demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” (Ankebût 2-3)
Aldığımız ilk nefes ile vereceğimiz son nefeste, bir ömür
boyu bizimle olan, aşağılar aşağısı olan, nefsi emmare, nefsi
levvame elinden kurtulup, nefsi-mutmaine ve nefsi safiye
makamlarına ulaşmadan, şeref ve makama layık olamayacağımız
aşikârdır.
En iyisini bilen yüceler yücesi Rabbim, Bizlere bu nefsi vermiş
ve bu nefsi natıkaları da yedi nefis mertebesine otururmuştur.
İşte aşağılar aşağısı nefsi emmarenin sayılamayacak kadar
kötülüklerinden birisi de her ne şart ve durumda olursa olsun
kendini her zaman baş (emir) olarak görür ve kimsenin emri
altına girmediği gibi herkese emretmek ister.
Nefsi emmarenin kötülükler üzerine, yirmi yedi şubesi olup,
kötülükler merkezi durumundadır.
Bizler yaşarken, nefsi- terbiye, kalbi tasfiye ve ruhi tezkiyeden
geçmemiz lazımdır ve bunun içinde mutlaka “İrşad” ehli
birini bulmamız gerekmektedir.
Bu hayaa ise “Mürşidi mutlak olan Peygamber eliyle, eğer
hayaa değil ise, kâmil sıfatla, “varis-i peygamber” olan, “mürşidi
kâmiller” vasıtasıyla olması gerekmektedir.
Rabbim Teâlâ “vesile arayınız” buyurarak, İnsanın,” aşağıların aşağısı olan, nefsi emmaresinin elinden tez elden kurtulması
ve yüceler yücesi katına ulaşmasını” istemektedir.
Rabbim cümlemize Lütfü ihsan buyursun. İnşallah.
Daha beteri mi var ki, nefs eline esirsin
Dünya zevklerine dalmış, sarhoş bir serserisin
Uyanmanı bekliyor, seni yoktan var eden
Seni sen den çok isteyen, seni sen den çok seven.
Halk dilinde ise virdin anlamı, Tarik-ı Hâktan ve Mürşit elinden,
el almak, el tutmak, inâbe almak, tövbe almak, tövbe etmek,
zikir almak, teslim olmak, terbiyeye girmek, kısacası biat
etmek olan bu hal, türkülerimiz de de “dersini almış ediyor
ezber” şeklinde ifadesiyle, yüzyıllardır, dilden dile, gönülden
gönüle nakşedilip, ulaşmaktadır.
Vird; Nefsin zulmünden ictinab edip, manevi hastalıklarımızın
tedavisi için, manevi şifaya kavuşmak için, doktorundan
alınan günlük ilaç hükmündedir.
Kalbin gafleen uyanması ve şifa bulması için her gün bu
ilacın alınması gerekmektedir. Vird, beş vakit namaz gibi Müslümanın
hayatına girmelidir.
Büyükler ‘virdi olmayanın varidi olmaz’ demişlerdir.
Ebû Ali ed-Dekkâk kuddise sırruh “Vâridât evrâda göre
olur. Zâhirde virdi olmayanın sırrında ve bâtınında varidi bulunmaz”
buyurarak evrâdın önemine dikkat çekmiştir.
Tasavvuf alimleri, “Vird Allah’ın kuldan istediği, vârid ise,
kulun Allah’tan beklediğidir” diye açıklarlar.
Vâridât, Allah-u Zülcelâl’den kula gelen ilâhî feyizler ve ruhaniyetlerdir.
Allah-u Zülcelâl’in bir kişi üzerindeki ilahî lütuf ve ihsan larının ziyadeleşmesi için o kişinin de Rabbine dua ve niyazını
artırması gerekir.
İbn Atâullah el-İskenderî k.s. “Virdi olmayanın vâridi olmaz”
sözünün doğru olmakla beraber aksinin de doğru olduğunu
söylemiştir. Ona göre vâridi olmayanın virdi de olmaz,
yani “Allah’ın feyzi ve lutfu olmadan kul virdini gerçekleştiremez.”
Ders alan salik, mürşidi kâmile biat eiğinde, müridin fıtrat
ve meşrebine göre günlük yapması gereken vazifeyi verir, bu
Lafza-ı Celal olabileceği gibi, belli miktar Kur’an okumak, salavat
getirmek ve tövbe-i istiğfar etmek de olabilir.
Her meslek gurubunun, bir okulu veya bir ustası bulunur,
kayda değer, her eser mutlaka bir ustanın elinden meydana gelir.”
Allaha giden yolda ise” Tarikat, Tarık-i Hak” dediğimiz, kısacası
evliyaullah okulu ve o okulun üstat ve hocaları vardır.
Bu okullar ve üstatlar eliyle yüzlerce, binlerce “Evliya” dediğimiz
bu yolun üstatları yetişmiş ve yetişmektedir.
Bu Allah Teâlâ’nın, Ümmeti Muhammed’e çok özel bir ihsanıdır.
Rabbim bizleri layıkıyla istifade edebilen kullar zümresinden
eylesin. İnşallah.
Sevgili kardeşim, günlük vird, manevi hastalıklarımızın şifa
bulması, manevi temizlenmenin, manevi derecelere yükselmenin,
yakınlık ve ünsiyet elde etmenin en önemli sebeplerinin
yanın da;
Silsile-i Meşayıh-ı kiram dediğimiz, Cenabı Resulullah’a kadar
uzanan bağlılık silsilesidir.
Bu bağlılık “Biat-ı Rıdvan” dediğimiz, biat şeklinin, kıyamete
kadar ki ümmetinin aynı yolla biatlaşmasına vesiledir.
Aldığımız dersle (biatla), o günkü Mürşidinden tuuğun
elin, sırasıyla Pir ve Meşayıh-ı kiram Efendilerimiz vasıtasıyla Cenabı Resulullah Efendimizin elinden biat aldığı ve o elin
üzerinde de, Âlemlerin Rabbinin Kudret eli olduğu ayeti celile
ile bildirilmiştir.
Yani sahabeye sunulan biat yüceliğinden, kıyametin sonuna
kadar gelecek hiçbir ümmet mahrum edilmemiştir.
Bize bu güzellikleri bahşeden, Lütfü ihsanlarda bulunan Yüce
Rabbimize sonsuz. Hamd ederiz.
“Şöyle anlatılır; Yavuz Sultan Selim Han Hz. döneminde ihtiyaç
sahibi bir adam varmış. Mübarek adam her gün teheccüde
kalkar ve ihtiyacını Allah’a arz edermiş.
Adamın geçim sıkıntısı artınca ellerini semaya kaldırarak;
“Ey Allah’ım, merhametli olanı merhametsize mi şikâyet
edeyim, ben kimseden bir şey isteyemiyorum lütfen bana yardım
et” demiş.
Gece yaığında rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’ i
görmüş.
Efendimiz (s.a.v.) ona” Bizim Selim’e selam söyle, dün çekmeyi
unuuğu (virdin) zikirlerin kefareti olarak sana bir kese
altın versin” demiş.
Adam rüyadan uyanır uyanmaz yola koyulmuş. Günler sonra
şehre inmiş ve padişahın sarayına uğramış.
Sarayın kapısındaki askerlere, Yavuz Sultan Selim’e, “Peygamber
Efendimiz’in (sav.) selamını getirdim, onda alacağım
var” demiş.
Askerler şaşırmışlar. Biz bunun doğru olduğunu nereden bilebiliriz
diyerek durumu vezire haber etmişler, vezir de adamdaki
halin manevi bir hal olduğunu sezmiş ve o’nu Sultanın
huzuruna çıkarmış.
Adam, Yavuz Sultan Selim’in karşısına geldiğinde Sultan
hazretleri ne istediğini sormuş.
Adam Yavuz Sultan Selim’e dönerek “Resulullah’ı dün rüyamda
gördüm bana dedi ki ‘Bizim Selim’e selam söyle, dün
çekmeyi unuuğu (virdlerin) zikirlerin kefareti olarak sana bir
kese altın versin” demiş.
Yavuz Sultan Selim gerçekten de bir önceki gece çekmesi
gereken (virdi) zikri çekmediğini hatırlamış. Ve hemen bir kese
altını ihtiyara vermiş.
Yalnız takıldığı bir nokta varmış. Resulullah’ın” Bizim Selim”
ifadesine takılmış, Sultan Hazretleri, “Resulullah ne dedi
bir daha söyle” demiş. Adam” Bizim Selim” dedi demiş.
Yavuz Sultan Selim adamın eline on kese altın koymuş ve
tekrar sormuş” Resulullah ne dedi?”. Adam” Bizim Selim” dedi
demiş.
Yavuz Sultan Selim elli kese altın koymuş adamın eline. Tekrar
sormuş ve tekrar sormuş. Her “Bizim Selim” cevabını aldığında
bir o kadar altın daha koymuş adamın eline.
Vezir, Yavuz Sultan Selim’in kendinden geçtiğini görünce”
Ey adam tamam bu kadar altın sana yeter git artık” deyince
adam gitmiş.
Yavuz, kendisine geldiğinde vezire dönerek şunu demiş:”
Resulullah bizi kendisinden sayıyor görüyor musun?
Eğer onu göndermeseydin, sırf Resulullah’ın ‘Bizim Selim’
sözü için bütün varımı o adama verirdim” demiştir.
Ey Rabbim…
Ne kadar inandım, boyun eğdimse
Tendeki bu ruhum, yücelere erdi
Sensizlik, zindanlardan da öte imiş
Senin yakınlığınla, özgürlüğe erdim.
Evet ders alıp ta, günlük ve haftalık zikrine sımsıkı sarılanlar, bilmiş olasınız ki, ne büyük bir hazine üzerinde oturuyoruz
da haberimiz yoktur.
Unutmayalım ki, her ne kadar biz onlar gibi olamaz isek te,
“Allah, dostlarının dostlarının da dostudur”
Hükmünce ne erişilmez, ihsan ve lütuflara, Yüceliklere mazhar
olduğumuzu, bunun da nefsimizle cihat ederek, daha çok
gayret göstermemizi, yaşamımızın her anına nüfus etmemizi,
Allah Teâlâ’yı zikretmeyi birinci vazife edinmemizi sağlaması
gerekir.
Seni anarken, cennetini yaşar, fani bedenim
Seni anarken, miracını yaşar, hep yükselirim
Seni anarken, mutmain olmuştur, bu kalbim
İster yaşayayım ister öleyim, seninleyim Rabbim.
Evet, kardeşlerim özgürlüğü Allaha ve Allah yolunda, Allah
yolcularına bağlanmak da bulanlar var ya, işte gerçek özgürlüğü,
işte gerçek hürriyeti bulanlar onlardır.
Allah’ım bize yakınlıktan hâsıl olan gerçek hürriyeti nasip
eyle. Âmin.

